14 Nisan 2025 Pazartesi

19.Yüzyıl Türkiyesi ve Türk Modernleşmesi, Yazar: Arminius VAMBERY

 1857 yılında İstanbul’a gelen Macar Asıllı yazar, İstanbul’dan ayrılmış 40 yıl sonra tekrar gelmiştir. 40 yıl içerisinde Türk toplumunun ve devletinin modernleşme çizgisinde geçirdiği dönüşümleri kitabında anlatmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin hemen hemen her alanda modernleştiğini ve devlet kurumlarından bürokratlara, eğitim camiasından askeri alana kadar büyük bir dönüşüm yaşandığını belirtiyor.

Kitabın ikinci bölümünde: Türk kadınlarının ıslahat eğilimleri başlığıyla sunulmuştur. Türk kadınlarının 40 yıl içerisinde nasıl bir dönüşüm geçirdiğini hayretler içerisinde izah etmektedir. Toplumsal alanda oldukça kısıtlı bir hayat süren kadınların, tarihçi Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım, Nigar Hanım gibi örnekleri de vererek bir anda gazete ve dergiler çıkarmaları, cemiyet kurmaları, memleketin istikbali için fikirler öne sürmeleri ve Avrupa kültürünü göz önünde bulundurmalarından bahsediyor.

Kitaptan bazı bölümler:

40 yıl öncesinde İstanbul’da yaşarken, bir Türk kadınıyla iki kelam edemediğini ifade eden bir Avrupalı için oldukça şaşılacak bir durum olduğunu belirtiyor. Yazar Türk kadın modernleşmesinin İslam diniyle hiçbir şekilde bağdaştırmıyor ve bu konuyu din dışı değerlendirerek Acem kültürüyle bağlantısı üzerinde duruyor.

 


2. Abdülhamid’e müşavirlik yapan yazar 2. Abdülhamid’in yabancı devlet memurlarının devlet içinde görevlendirmesine ve çalışmasına yakın baktığını, yeniliklere açık olduğunu ancak, otoritesine en ufak bir darbe vurabilecek her türlü yenilikten kendisini koruduğunu, ıslahatlarla oluşacak serbestiyetin; korkusu, kuşkuculuğu ve kararsızlığı yüzünden olmadığını söylemiş yazar. Türk halkının ıslahatlara hazır olduğunu ve bunları gerçekleştirmek için istek duyduğunu ancak yönetim şekli ve devleti temsil eden idareciler yüzünden tam olarak gerçekleştiremediğini yazmış.

 

İlk geldiğinde dil bilmeyen çok kişinin olduğunu ancak 40 yıl sonra yabancı dil öğrenimlerine başladıklarını belirtmiş örnek olarak da Dışişleri Bakanlığı'nın başındaki Rıfat Paşa’nın elçilerle görüşmek için bir tercüman yardımına ihtiyaç duyduğundan bahsediyor. Günümüzde de yurtdışına elçi olarak görevlendirilenlerin dil bilmemesi durumu Osmanlı’nın o dönemki durumuyla benzerlik oluşturuyor.

O dönemde eğitime verilen önemin arttığını, toplumun ve özellikle gençliğin eğitilmesi, son 20 yılda daha önce tahmin edilemeyen bir ilerlemeyi gerçeğe dönüştürdüğünü anlatmış. Bir zamanlar iletişim kurmanın çok zor olduğu Türkçe, kayda değer bir biçimde basitleştirilmiş, Farslardan ve Araplardan ödünç alınan ağdalı üslubun, süslü retoriğin ve çok anlamlı ifadelerin yerini, yavaş yavaş arı ve anlaşılır bir Türk dili almıştır diyor.

O dönemde Türk kızları kadar eğitim bakımından ihmal edilmiş bir grup düşünülmediğini, çok az sayıda Türk kadınının mektup yazabiliyor olduğunu, ilmihal ezberlemiş ise dua okuyabiliyorsa eğitimli olarak kabul ediliyordu. Coğrafya, tarih ve fizik bilgileri yoktu hatta çok okumaları yazmaları ve çok fazla şeyin farkında olmaları bile yasaktı. Bilimle uğraşan genç kızlar cadı olarak görülme ve tanımlanma riskiyle karşı karşıyaydı demiş yazar.

Fatma Aliye hanım gazetede yazdığı bir makalede:” O dönemlerde İranlı kadınlar cehaletin ve esaretin boyunduruğu altında inim inim iniyorlardı. İranlıların edebiyatlarını ve şiirlerini sahiplenirken, aynı zamanda kadınlarla ilgili görüşlerini de benimsedik. Kadınlarımızın eğitimde geri kalmalarına sebebiyet veren ihmalin kaynağı budur.” demiştir.

 

Türkler, nazik tabiatları, sakin karakterleri, mutlak bağlılıkları ve hükümdarlarına duydukları hürmetle sosyal ve siyasi görüşleriyle tamamen çelişen bazı yenilikleri kabul ettikleri gibi en ciddi reformları da isteyerek kabul edeceklerdir.

Kitabın yazarı:" Türk kadını bir gül erkeğine boyun eğmesini in karşılığında hayatın tüm kaygılarından uzak durarak ve hiçbir şey yapmayıp evde sakin bir hayat yaşayarak kendisini kârlı bir şekilde ödüllendirildiğini düşünüyor.”

Türk kadınının; evlerde kapanıp kalmalarını bir esaret nazarıyla bakmadıklarını, aksine dünyanın gam ve kederinden kurtulmak olarak, işsiz güçsüz evlerinde rahat bir ömür geçirmeyi, erkeklerine karşı sürdürdükleri eksiksiz itaatkârlıklarının mükafatı saydıklarını söylemiş. (Günümüzde de bu anlayışta olan kadınların var olduğunu gördükçe; 100 yıl önceki anlayışta kaldığımızı görmek hoş değil.)

 

Yazar, ortalama bir medeniyeti ortaya çıkaran şey bedenin niteliğinden ziyade toprak, iklim ve tarihi gelişim sürecidir diyor.

 

Yazar; tipik olarak devletin İngiltere güdümünde çalışmasının daha uygun olabileceği anlayışı yani mandacı anlayışı övdüğü Hindistan’da toplumun İngiliz mandasına yaşanmasından mutlu olduğu şeklinde örnekler vererek anlatıyor.

Burada yazarın gerçek niyeti bilinmeli ancak tespitlerine de değer verilmelidir. O dönem yaşananlara bir başka bakış açısıyla bakması açısından önemlidir.

18 Ocak 2025 Cumartesi

KelÎle ile Dimne, Yazar: Beydebâ

 Bir maymun sürüsü bir dağda yaşarmış. Rüzgarlı ve yağmurlu soğuk bir gecede ateş aramışlar, fakat bulamamışlar. Derken bir kıvılcım gibi uçan bir ateşböceği görmüşler; onu ateş sanmışlar, pek çok odun toplayıp ateş böceğini üzerine koymuşlar, üflemeye başlamışlar. Böylece ateş yakıp ısınacaklarını umuyorlarmış. Yakınlarında bir ağaç üzerinde duran bir kuş varmış; kuş onlara, onlar da kuşa bakıp duruyorlarmış. Kuş maymunların yaptıklarını görünce:


-Kendinizi yormayın, gördüğünüz şey ateş değildir, diye seslenmiş.

Kuş böyle seslenmeye devam edip, maymunlar vazgeçmeyince, onları engellemek için yanlarına gitmeye kalkmış. Bu sırada yanından biri geçmiş, kuşun yapmaya niyetlendiği şeyi anlayınca:


-Doğrulmayacak şeyi doğrultmaya uğraşma, çünkü kesilmeyecek kadar sert olan taş üzerinde kılıç denenmez, eğilmeyen ağaçtan yay yapılmaz; boşuna yorulma, demiş.


Ancak kuş adamın sözüne uymamış, ateş böceğinin ateş olmadığını anlatmak üzere maymunlara doğru ilerlemiş. Maymunlardan biri kuşu görünce onu alıp yere vurmuş ve kuş ölmüş.

 

Hint hükümdarı Debleşim tarafından bilge Beydebâ’ya yazdırılan bu kitap; hayvan masalları (fabl) tarzında yazılarak ahlak ve siyaset dersi vermektedir.

Asırlar geçse de günümüz devlet başkanları ve siyasetin de bu kitaptan alacağı birçok dersin var olduğu görülüyor. Sadece devlet yönetimi değil, ahlak üzerine de birçok masallar var.

 

Yazar kitabı kalemi alırken; özünü anlamak isteyen masallardan, cümlelerden ders çıkartsın, anlamayan masal okuyarak kitabı zevkle okusun tarzında yazmış….

İyi okumalar…

24 Ağustos 2024 Cumartesi

Kitap: 15 Temmuz Öncesi ve Sonrası, Yazar: İlker Başbuğ

     15 Temmuz Kalkışmasının öncesi ve daha çok da sonrasında yapılanları anlatan röportaj, kitap haline getirilmiş. Askeri darbe olarak tanımlamıyor, cemaatin silahlı darbe hareketi olarak tanımlıyor. Çünkü askeri darbe dendiğinde farklı oluşumların olduğunu, farklı noktaların olduğunu belirtiyor. (sayfa 20)

    Sonrasında; teşhisin doğru yapılmadığı için, alınan tedbirlerin de yanlış olduğunu belirtiyor. Kalp rahatsızlığı olan bir hastaya kanser tedavisi yapmaya benzetiyor. Gerçeğe yönelik, çözücü tedbirler alınmaz ise ilerde başka bir cemaatin de aynı şeyi yapabileceğini vurguluyor.

    MİT’in verdiği raporlarda 2002-2010 döneminde ordudan ilişiği kesilenler arasında Fetullahçı olmadığını ağırlıklı olarak Kurdoğlu grubunun olduğunu vurguluyor. Bu durumu MİT’e sorduklarında sonuç alamadıklarını yazmış. Bunun da Fetullahçıların kendilerine rakip olarak Kurdoğlu grubunu görmesinden dolayı olduğunu düşünüyor.

                

    Amerika bağlantılı olduğunu, amacının da silahlı kuvvetlerin dibe vurması olarak görüyor. Diyor ki “Silahlı Kuvvetlerin dibe vurmasını isterseniz son model bu olur. Darbeye teşvik edersiniz, provoke edersiniz, başlatırsınız ama darbenin başarısız olması için bütün tedbirleri alırsınız.” (sayfa 48)

    Darbe sonrası TSK’nın 200 yıllık yapılanmasını kanun hükmünde kararnamelerle değiştirilmesinin hem anayasaya aykırı hem de çözüme yönelik olmadığını belirtmiş. Siyasilerin, orduyu bölerek yönetmeye çalışmasının uygun olmadığını vurguluyor.

 

    Kitabın sonunda da tahliye olmadan önceki son savunmasının tam metnini yayınlamış. Her cümlesi ve eylemi demokrasi ve hukuk kurallarına göre olmuş.

    Kendisi ve TSK’nın gördüğü zarar düşünüldüğünde; Balyoz, Ergenekon davalarındaki demokrasi ve hukuk kurallarını hiçe sayan saldırılara, demokrasi ve hukuk kurallarına uyarak hareket etmek demek ki doğru değilmiş sonucu çıkabilir.

     Yapılanları bir örgütün planlı saldırısı olduğunu anlayan ve gerçeği gören İlker Başbuğ, bu saldırılara örgütün saldırdığı tarzda cevap verseydi belki kendisi daha çok yıpranırdı ama sonucunda maiyeti ve TSK daha az zarar görürdü diye de düşünmemek elde değil. Hatta bu davalar sonucunda TSK’ya yerleşen FETÖ mensupları belki darbe yapacak gücü de bulamayabilirdi…


17 Eylül 2023 Pazar

Kitap: Sızıntı, Yazar: Barış Pehlivan-Barış Terkoğlu

     2007 yılında, Kenya’daki yolsuzluk belgelerini yayınlayarak Kenya seçimlerini etkilemesi ile adını duyuran Wikileaks Belgeleri, daha sonra diğer ülkelerin gizli yazışmalarını basında/interenette yayınlamaya başlayınca kıyamet koptu. Belgeler gerçekti ve arka planda nelerin yapıldığını ortaya döküyordu.

     Tabii ki Türkiye hakkında da birçok belge vardı. Mevcut AKP iktidarının ülkemizdeki yönetim gerçeklerini ortaya koyuyordu. Türk Milletine söylenen ile gerçek icraatın farklı olduğunu belgeliyordu. Birçok demokratik ülkelerde hükümetlerin istifasına kadar yol açan belgeler tabii ki yandaş medya tarafından görmezden geliniyor hatta yalan, düzmece, dedikodu olduğu söyleniyordu. İstifa etmesi gerekenler görevlerine milli ve yerli olduğunu iddia ederek devam ediyorlardı. Sonuç yine uyutulan gariban Türk Milletine oluyordu. Hatta belgeler yayınlandıktan sonraki seçimlerde de mevcut iktidarı desteklemeye devam ediyorlardı.

       

   Kitabı bitirdikten sonra:

-Türkiye’nin bağımsız olmadığını,

-İç siyasete yönelik söylemlerin sadece iç siyaset malzemesi olarak kullanıldığını, gerçeğin tam zıttı olduğunu,

-Dış ülkelerin; istedikleri yapıldığı için söylemlere önem vermediğini,

-Yöneticilerin kifayetsiz olduğunu,

-Sürekli politika değiştirdiğini, bunun fayda değil zarar getirdiğini anlıyorsunuz.

     ABD, Kıbrıs, İsrail, Suriye, Irak, Avrupa Birliği gibi birçok konuda ülke siyaseti hakkındaki bilgilerin yanında Erdoğan, Abdullah Gül, gibi birçok siyasilerin raporlara yansıyan kişisel tasvirleri de kitapta mevcut.

 

     Kitap gizli saklı ne varsa anlatmakta fakat güzel ülkemin insanları, her şeyden habersiz yaşamakta ısrar ediyor.

    Türk Milleti; demokrasi adıyla oynanan oyunun bir parçası olmaya devam ettiği müddetçe şark cephesinde değişen bir şey olmayacak.


2 Eylül 2023 Cumartesi

Sistematik Düşünme, Yazar: Prof.Dr. Niyazi Kahveci

Türkiye'de, birincisini Atatürk’ün yaptığı zihinsel devrimin ikincisi bugün yapılmak zorundadır. Türkiye, beşerî sistematik düşünme yapmayı bilmiyor. Asıl beka sorunu budur. Çağımızda her bilimin felsefesi vardır. Fakat bizde hiçbiri yoktur. Türkiye'nin, çağımızdaki düşünme düzeyiyle arasındaki mesafeyi kapatılabilmesi için" felsefe üniversitesi" kurması şarttır.

“İnsan; soyut düşünme ve düşünce demektir.”

“Beşeri sistematik düşünmeyi yapamayan, insanlaşamaz.”


Artık kişinin ne bildiğine değil bir gül nasıl düşündüğüne bakılıyor.

Sorgulanmaksızın, başkasının fikirleri ile yaşanan hayat, kişinin kendisinin değil, başkasınındır ve bu hayat yaşanmamıştır. Bu hayata sahte anlamında” pseudo (sûd) hayat “denir ve bu hayat kişinin asaleten değil, başkası vasıtasıyla vekaleten yaşadığı hayattır.

Savunma beyni büzüştürür, sorgulama akışkan yapar.

 

İki türlü düşünme sistemi vardır; somut ve soyut. Canlılarda sadece somut, insanda ise her ikisi mevcuttur. Canlıyı insan yapan düşünme sistemi soyut düşünmedir.

Bir ülkenin geleceği, beyinlere sistematik beşerî soyut düşünmeyi öğretebilmekten geçer. Bu da önce ailelerin görevidir.

Ailelerin sistemli düşünmeye sahip olmalarının faydasını ilk önce çocukları göreceklerdir. Çünkü çocuklar, evde daha çocukken bu düşünmeyi öğrenecekler ve onunla oluşacaklardır. Bu düşünmeyi öğrenemeyen çocuklar hayata dezavantajlı başlamakta ve dünya insanlarıyla rekabet edememektedirler.

Yazar; ülkemizde beşerî sistematik soyut düşünmenin ne olduğunun ve nasıl yapıldığının öğrenilmesine katkıda bulunmak maksadıyla yazdığı kitapta ülkenin içinde bulunduğu düşünme sistemi konuşunda da tespitlerini anlatmıştır. Ne yazık ki tespitinde; toplumumuzun hiçbir katmanı, sistemli düşünmeyi bilmediğini ve yapamadığını anlatmış ve bu nedenlerden dolayı ülkemizde, felsefi ve bilimsel bir tane olsun icat yapılamadığını vurgulamıştır.

 


Doğa döneminde canlıları güçlüler yok ederdi. İnsan döneminde ise insanı düşünenler yok ediyor. Sistematik düşünmeyi öğrenemeyen, soyut düşünmeyi öğrenemeyen toplumlar yok olmaya mahkûm toplumlardır.

Çağımızın soyut düşünme neticesinde oluşan beşerî güç unsurları şunlardır ve şöyle üretilmektedir: en sonda finans, kapital, para gelir.

Parayı sanayi üretir. Sanayi teknoloji üretir. Teknolojiyi loji üretir (uzmanlık, söz söyleme yeteneği, mantık). Loji’yi bilim üretir. Bilimi de sistemli düşünme olan felsefe üretir.

Filozoflar, insanlığın akıl çapını genişletirler. Bundan yararlanan bilim insanları da icatlar yaparlar.

Dolayısıyla çağımızda felsefe yani sistemli düşünme yoksa para sonucu da olmayacaktır. İleri ülkeler filozoflara boşuna maaş ödemiyor. Sadece sonuçlarla meşgul olanlar sonuç alamazlar. Sonuçların sebepleri ile meşgul olmak gerekir.

Öğrenme hafızayla değil zihinle, yani düşünme işlemiyle yapılmalıdır. Hafızayla öğrenmek, bilgiyi beyne kaydetmektir. Zihinle öğrenmek ise bir, bilgi üzerinde düşünme işlemi yapmaktır. Gelişen teknolojiyle hafızayla öğrenmenin etkisi azalmış, küçük teknolojik cihazlarla her türlü verilere ulaşma imkânı bunu sağlamıştır. Hiç düşünme yapmayan halkın ve ailelerin yeni nesillerinden icatçı çıkmayacaktır. İcat yapan insanlara sahip olmayan toplumlar da şanssızdırlar ve yok olmaya mahkumdurlar.

Herkes, gündelik hayatında dahi her zaman gerçeği aramak ve bulmak zorundadır. Hayatı, gerçeklerle yaşamalıdır. Gerçeklerle yaşanmayan hayat, yanlış yaşanan hayattır.

Kolaycılık ve tembellik, tutuculukla birlikte gider. Kolaycı ve tembel olanlar kendilerine yeni iş çıkmasından kaçtıkları için mevcut durumlarının tutucusu olurlar.

 


Herhangi bir anlaşmazlığı bağırmak ve dövüşmek gibi biyolojik araçlarla çözmeye kalkışmak animallık, rasyonel konuşarak çözmek ise hümünalliktir. Animal kişi, hayvandan daha tehlikelidir. Bunun nedeni, hayvanın kullanamadığı, insanın ürettiği çok güçlü araç ve gereçleri hayvansal duygularla çalışan biyolojik akıl ile kullanmasıdır. Teknolojik hayvan olmasıdır.

Çağımız ile öncesi arasındaki en önemli farklardan biri budur. Zihinsel çatışmayı yapmayan toplumlar, gelişemezler. Zihinsel çatışmayı yapamadıklarından bedensel çatışırlar.

 

 

İNSANIN VE İNSANLIĞIN GEÇİRDİĞİ DÜŞÜNME EVRELERİ

 

1.   Biyolojik Düşünme

      Yaşamını beyindeki doğal motor yönetir, doğumdan itibaren insan yavrusunun beynine, beşeri akıl ve zihin monte edilerek insanlar ulaştırılmaya çalışılır. Her insan, biyolojik bedene sahip olduğu sürece biyolojik düşünme yapar. Bağırarak iletişim kurmak insanın birinci bebeklik olan biyolojik animal evresinde kaldığını gösterir.

 

2.   Sihirsel düşünme (2 Milyon Yıl Önce)

       Afrika-Tanzanya topraklarında yapılan kazılarda bilinen en eski insan yerleşim yerleri ortaya çıkarıldı. “Olduvai Boğazı” ilk insan fosilleri ortaya çıkarıldı. İlk insan Homo Erektus M.Ö.500.000 yılına geldiğinde Avrupa’ya Asya’ya Endonezya adalarına kadar dağıldı.

       İnsanlık, 200.000 yıl önce Homo Erektusla sihirsel düşünmeye başladı. Beynin kendiliğinden yaptığı duygusal- somut ve hayali- soyut karışımı düşünmedir. Gerçek ile hayal olanı birbirinden ayıramamaktadır. Mesela; somut olan taşların ve ağaçların insan gibi, canlı olduğunu ve yaşadığını düşünmektedir.

    Sihirli düşünme, bir çeşit sezgisel düşünmedir. Çocuğun, mantığı olmaksızın kuralsızca sezgilerine dayanarak açıklamalar yapması gibidir. Duygular ve işaretlerle ilgilidir.

 

3.   Mitolojik düşünme (M.Ö. 50.000)

      İnsanın kendisinin yöneterek yaptığı somut düşünmedir. Bu dönemde insanlık 6 yaşındaki bir çocuk gibi kendi somut hikayelerini ve masallarını üretmeye ve bütünleştirmeye başlamıştır. Sembollerle beşerî somut düşünme yapmaya başlama evresidir. Günümüzde de bu tür evrede olan insanlar vardır.

Bazen canlı bir nesneyi cansızmış gibi, bazen ise cansız bir nesneyi canlıymış gibi değerlendirmektir. Hafızasına kaydettiği rüzgârın esmesini, kendi nefesi ile kıyaslayıp bir canlı güce sahip olduğunu düşünmüştür. İleride insanlık, bu esinti, nefes, üfleme olgusuna “ruh” adı verecektir.

      Buğdayın toprağa düşerek ertesi yıl tekrar bitmesine bakmış ve biz de sevdiklerimizin ölmüş bedenlerini toprağa defnedelim, tekrar bitsinler diyerek ölüleri toprağa gömmeye başlamışlardır. Ertesi yıl bitmediklerini görünce herhalde bunlar insan oldukları için dirilmeleri uzun zaman alacak diyerek defnetmeye devam etmişler. Binlerce yıl sürdürülen bu işlem daha sonra gelenek haline gelmiştir.

      Mitolojik düşünme; gerçeğin, gerçek olmayan izahıdır. Normal şartlarda normal öğrenme düzeyine ve zekaya sahip bir çocuk yaklaşık 12 yaşına kadar soyut düşünemez. 12 yaşından sonra soyut düşünmeye başlar.

     Mitolojik düşünmedeki bağ “ben” “sen” bağıdır. Benci ve senci davranan kişi, mitolojik düşünce evresindedir demektir.

 

4.   Tanrısal düşünme (M.Ö. 10.000)

      İnsanlık, mitolojik düşünmenin devamı ve daha gelişmiş olan soyut Tanrısal düşünmeye geçmiştir. İnsanlığın Tanrısal düşünme dönemi, insanın 14-18 yaşları arasındaki soyut düşünmeyi geliştirdiği döneme karşılık gelir. İnsanlık, milattan önce 10 binlerde ancak insan yavrusunun ergenlik evresi dönemindeki aşamaya gelebilmiştir.

      İnsanlık; mitoslardaki bilgiyi kullanarak, doğayı ve Tanrılara bağlayarak onlar aracılıyla kendisini güvenceye almıştır. Hala günümüzde Hindistan’da insanların binlerce Tanrısı var ve onlarla hayatlarını anlamlandırmaya çalışmaktadırlar.

 

5.   Felsefi düşünme (M.Ö. 1.000)

      Türkiye’nin Ege sahillerinde üretilmiştir. Mitoslar, insanın sorgulayıcı aklının ürünü olan sorulara ikna edici yanıtlar veremez olduğunda, filozoflar bu sorulara sistemli beşeri akıl aracılığıyla yanıt bulma yoluna gitmişlerdir. Felsefi düşünme sistematik düşünmedir. Sistematik düşünme; mantık kurallarıyla yapılır.

 

6.   Dinsel düşünme (M.S. 3-18.Asır)

      Dinsel düşünme evresinde yaşayan insan, Tanrının iradesiyle yaşayan insandır. Felsefeyi dinin emrinde kullandığı evredir. Metodu tümdengelimdir. Dinsel düşünme evresini İtalya’da üretmiştir.

 

7.   Akılcı düşünme (18.Asır)

     Akılcı düşünüşü dinsel düşünme üretmiştir. Akılcı düşünmeyi, gizli ve kaçamaklı ve çoğu kez canlarını vererek, dinsel düşünmeyi aşmış Hristiyan ve Yahudi din adamları ve ilahiyat teologları üretmiştir. Akılcı düşünme, insanın, beşerî aklı sayesinde doğaya ve doğallığa egemenliğidir. Akılcı düşünme daha sonraki evrelerini Avrupa ve sonra Amerika üretmiştir.

 

8.   Bilimsel düşünme (19.Asır)

      Akılcı düşünme sayesinde yeni bilime, bilimsel düşünmeye ve ileri gitmeye geçmiştir. Metodu tümevarımdır. Bilgi kaynağı; olgu, obje ve olaydır. Bu evrede; doğal hareket ettirici kalbe alternatif insan ürünü ilk yapay hareket ettirici insanlık motoru icat etmiştir.

 

9.   Akılcı ve bilimsel düşünme (20.Asır)

     İnsanlık, kendi ürettiği bilim üzerinde akılcı düşünme yapmaya geçmiştir. İnsanın 50-60 yaş dönemi diyebiliriz.

 

10. Lojik düşünme (21.Asır)

      21. asırda insanlık, “lojik düşünme” aşamasına geçmiştir. Lojik düşünme; salt beşeri akıl olan “logos” ve onunla üretilen bilimle yapılan düşünmedir.

 

11. Dijital düşünme

     Bundan sonra gelecek olan düşünme biçimi, büyük ihtimalle dijital düşünme olacaktır. Pisagor’un “Her şey sayılardan meydana gelmiştir.” Dediği gibi, artık insanlık her şeyi matematik sayılarla yani dijitlerle yazılım yaparak insan aklını metale dökerek hareket anlamında can verip üretecektir.

 

       Sonuç olarak insanlık, milyonlarca yıl önce başladığı serüvenine, önce ilk bebeklik evresinde hafızasına doğadan girdi kayıtları yapmıştır. İkinci bebeklik evresinde hayaller kurmuştur. Bu hayallerini çocukluk evresinde masal ve hikayelere, resim ve heykellere dökmüştür. Ardından ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde kendi fikirlerini üretmeye başlamıştır. İlk yetkinlik evresinde fikirlerini doğadan dönüştürdüğü kendi lojik malzemesiyle üretmeye geçmiştir. Tam yetkinlik aşamasına geldiğinde ise kendi malzemesiyle kendi insanını yaratmaya taliptir.

       Kişi, bir fikrin, insanlığın ve insanın hangi evresinin ürünü olduğuna bakarak kendisinin hangi düşünme evresinde bulunduğunu anlayabilir. Çünkü kişi, akıl çapına uygun bulduğu fikri benimser. Dolayısıyla akıl çapı geçmişin bir evresinde kalmış kişi, içinde yaşadığı çağın akıl çapına ulaşamamış demektir.

        Herkes ve her millet, bilim ve düşünme tarihlerini inceleyip yukardaki düşünme evrelerine ve bu evrelerde insanlığın icat ettiği ürünlere bakıp varsa kendisinin icatlarını kıyaslayarak hangi düşünme evresinde bulunduğunu tespit edebilir.

         Mesela sanatı yoksa, 50.000 yıl öncesinin öncesinde yani doğal evrededir.

        Eğer tanrısal düşünmede ise 10.000 yıl öncesinde, sistematik soyut felsefi düşünme yapamıyorsa 3000 yıl öncesinde kalmış demektir.

     İletişimi bağırarak kuruyorsa insanlığın dili icat ettiği 100 binlerce yıl önceki ve insanın birinci bebeklik evresindedir demektir.

       Toplumda eğer bilim adamları ve filozoflardan daha çok dinsel kişiler itibar görüyor ve etkin iseler o toplum 50.000 yıl öncesinin öncesindedir demektir.

     Çağımızın bilim ve fikir icatlarından hiçbirini yapamayan kişi ve toplumlar, çağımızın gerisinde kalmış demektir.

     Akıl çapı; obje ve olayların boyutlarını bilme ve düşünebilme miktarıdır. Akıl çapı, bir tek işlemle gelişir. O da; okumak ve üzerinde sistemli düşünmedir. Sadece okuma yeterli değildir. Okunan bilgilerin üzerinde düşünme yapmak gerekir.

     Düşünme işlemi, aklın sorduğu sorularla zihni yönetmesi ve yönlendirmesiyle yapılır.

     Aklın çapının gelişebilmesi için, beynin düşünmede daha çok kullanılması lazımdır. Düşünme işlemi yapmak, beyin moleküllerinin, hücrelerinin ve nöronlarının birbirleriyle etkileşime girmesine neden olur. Düşünme yapılmadığı süre oranında akıl büzüşür ve çapı daralır. Anlamı anlaşılmadan yapılacak dinleme, aklın düşünme yapmasını önler. Düşünme yapılmadıkça var olan düşünme kaynağı tüketilir.

     Epigenetik diye bir konu vardır. Yani genetik olmayan kalıtsallıktır. Mesela gelişmiş akıl çapı, genlerle değil ama bir sonraki nesle epigenetik kalıtımsal olarak geçmektedir.

     O nedenle gelişmiş akıl çapına sahip ebeveyne sahip olan çocuk avantajlı olmaktadır. Çocuğunu seven her anne ve babanın, öncelikle kendi akıl çaplarını genişletmeleri şarttır. Çünkü aklın genişlemesinden önce çocukları yararlanacaklardır. Çocukların akıl çapını genişletilmesi eğitim kurumlarından beklenmemelidir. Oralarda bu işi yapacak öğretmenler yoktur. Çünkü öğretmenler de düşünmeyen ailelerde yetişiyor. Kişinin beyin yapısı altı yaşına kadarki sürede oluşuyor. Kişiler bu süreyi ailelerde yaşıyor. Bu sürede edilen beyin çapının geliştirilmesi, daha sonraları kişisel çaba harcanmazsa, mümkün olmuyor. Kişi bu beyin yapısıyla profesör oluyor ama akıl çapında bir gelişme olmuyor, neticede bir tane fikir ve bilgi icat edemiyor. (sayfa:183)

     İnsanın zihin yapısı; somut zihin yapısı ve soyut zihin yapısı olmak üzere iki tanedir. Somut zihin; olgu, obje ve olayların somut, maddi ve cisimsel yapısı üzerinde “nedir“ sorusunu sorgular. Soyut zihin ise; “neden“ sorusu ile o eylemin neden yapıldığını sorgulayarak insani genel anlamsal yapısı üzerinde durur.

     Somut düşünme evresindeki bir kişi, fiziksel çevresinden sıyrılamaz. İnsani anlamları ve sonuçları düşünemez. Somut olmayan şeyler üzerinde akıl yürütemez. Bir konuyu okuyarak ve üzerinde düşünerek bilgi edinemez. Başkalarından kulaktan dolma duyduklarıyla edinir.  Özellikle dinini hocalardan kulaktan duyma öğrenenler, dinlerini hiç öğrenemezler. Nitekim bin yıldır topluma devlet eliyle din anlatılmasına rağmen toplum hala dinini öğrenemediğinden her konuyu sürekli hocalara sormak zorunda kalmıştır.

     Soyut düşünme; insanın ürettiği manevi yani anlamsal, semantik düşünmedir. İnsani soyut düşünme ile üretilen bilgi ve fikirlerle kavramsal algılamalardır. Zihindeki semboller arasında karmaşık ve çok yönlü bağlantı kurma işlemidir. Analiz ve tümevarımla sentez ve çıkarımlar yapmaktır. Bir olayı anlamsal olarak farklı, varsayımsal ve değişkenlerle çok boyutlu düşünme esnekliğidir.

     İcat yapan kişiler, çok boyutlu soyut düşünerek beynini tümden kullanan kişilerdir. Motorun bulunması, cep telefonunun bulunması, internet, uçak türünden icatlar “soyut düşünme“ eseridir. Bu tür icatlar, özgür düşüncenin sınırsız olduğu toplumlardan çıkar.


     Türkiye, düşünme yapısına bakıldığında, insanlığın ikinci çocukluk evresi ile ergenlik evresi arasında yani tanrısal düşünme ve mabet dönemi yani 2-12 yaş arası gibi bir yerde olduğu ortaya çıkıyor. Bu durumunu, çağımızın ölçütlerinde icatlar yapamaması gösteriyor.


     Yazar tanımladığı lojik insan; insanın kendisinin icat edip insana monte ettiği ve yüz binlerce yılda geliştirdiği ve milattan önce binli yıllarda icat ettiği felsefi düşünme ile başlattığı beşerî akıl adı verilen “logos” ile yaptığı ve günümüzde ulaştığı düzeydeki sistemli düşünen insandır. İşte insanı insan yapan bu beşerî akılla sistemli düşünmektir.

      İlahiyatçı bir felsefeci olan yazar kitabında; bilimsel düşüncenin, nasıl ve hangi yöntemle üretildiğini açıklamıştır ve yazarın bir projesi de Türkiye’de Felsefe Üniversitesi kurulmasıdır.


 “UYUYAN MİLLETLER YA ÖLÜR, YA DA KÖLE OLARAK UYANIR.” Mustafa Kemal Atatürk


İyi okumalar…

 

20 Ağustos 2023 Pazar

Sümerlerin hazin sonunun aynısını bizde yaşar mıyız?

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ Sümerlerin nasıl tarih sahnesinden kaybolduklarından şöyle bahseder.

"Sümerler günümüzden 7-8 bin yıl önce Mezopotamya'ya yerleşerek yüksek bir uygarlık kurmuşlardı. Sümerler kurdukları uygarlıkta rahat ve rehavet içinde yaşarken, Yıkılışından 100-150 yıl kadar önce yani günümüzden 4500 yıl önce Arabistan içlerinden Akad diye adlandırdıkları kavmin insanları Sümer kentlerinde çalışmak için akın akın gelmeye başlıyorlar. Bir kısım Sümerler bunlara karşı çıksa da diğerleri ucuz ve kolay işçilik ve köle gözüyle baktıklarından göz yumuyorlar. Ancak 150 yıl içinde işler değişiyor, Akatlar kentleri yakıp yıkıyor, Sümerleri öldürüyorlar ve sonra iktidarı ele geçiriyorlar. 

Sonunda Sümer devleti yıkılır Akadlar, Sümer uygarlığının üstüne oturur. Sümerlerin son günlerinde bir bilge kil tablete şöyle yazıyor. "Fark edemedik geç kaldık. Aman tanrım bu vahşiler hepimizi yok edecek. Tanrım bizi affet. Bizden sonra gelenler bunları okursa belki ders alır.” Evet; “geçmişini bilmeyeni gelecek; topa tutar !”


Gelelim buradan çıkarılması gereken derslere;

Bizim ensar muhacir edebiyatıyla geldiğimiz ve yaşadığımız sürece benzerlikleri elbette var. Ülkemizdeki sığınmacıların sayısı 17 Milyon olmuş. Bu toplam nüfusumuzun %20 sine tekabul ediyor ve milli güvenlik sorunu olmaya başlamıştır.



Sümerlerin başına gelenler bizimde başımıza gelmemesi için (tarihin tekerrür etmemesi için) yasal yada kaçak fark etmeksizin ülkemizdeki sığınmacı ve göçmenleri ülkelerine geri gönderilmesi zorunludur artık.

17 Ağustos 2023 Perşembe

İşportacı

 Ortaokul, lise yıllarımda bir arkadaşım anlatmıştı.

Bir işportacı…

İşportacının elinde bir şişe…

Şişede bir yılan…



İşportacı şişenin içindeki yılanın konuşabildiğini iddia ediyormuş…

‘’Şimdi bu şişenin kapağını açacam ve ona sorular soracaksınız. O cevap verecek’’ dedikten sonra ‘’Ancak şişeyi açmadan önce şu jiletlerden size hediye etmek istiyorum. Hediyesi 25 kuruş’’ diyormuş.

Çevresinde ağzı açık izleyenler, bir an önce yılana soru soracaklar ya; jiletler kapış kapış…

Adam bir yandan jilet satıyor, bir yandan da yavaş yavaş şişenin kapağını açıyormuş.

‘’İşte açıyorum.’’

O arada biraz daha jilet…

Ardından ‘’Evvett!... Şişe açılıyor, yılan çıkacak, sizinle konuşacak.’’

Biraz daha jilet…

‘’ İşte şişe açılıyor. Soruları hazırlayın!’’

Biraz daha jilet…

Ve tam şişe açılacakken, kalabalığın içinden bir ses:

‘’Zabıta… Zabıta geliyor.’’

Yılancı adam elindeki şişeyi yerdeki çantaya koyuyor.

Şapkasını tutarak, ardına bakmadan kaçıyor.

Bunu anlatan arkadaşım dedi ki:

‘’ Bu nasıl bir tesadüf… Ben çok şanssızım. Adama kaç kez denk geldiysem hep şişeyi açacakken zabıta geldi.’’ 

‘’Sen bu kadar salak olduktan sonra o zabıta daha çok gelir’’ diyemedim.

Memleketimde iktidarın 21. yılı…

Her seçim öncesi işportacı ortaya çıkıyor.

Elindeki şişede özgürlükler, demokrasi, insan hakları, refah…

Şişeyi açmadan önce oylar toplanıyor, seçim kazanılıyor.

Tam özgürlük, demokrasi, insan hakları ve refahı şişeden çıkartacakken dış güçler devreye giriyor.

Sen hala zabıta geldiğini zannediyorsun di mi?

Sen bu işporta numaralarına kandığın sürece yılanın konuşmasını çok beklersin.

Sen bu yalanları yediğin sürece özgürlük, demokrasi, insan hakları ve refahın şişeden çıkmasını daha çok beklersin.

(alıntı).