1857 yılında İstanbul’a gelen Macar Asıllı yazar, İstanbul’dan ayrılmış 40 yıl sonra tekrar gelmiştir. 40 yıl içerisinde Türk toplumunun ve devletinin modernleşme çizgisinde geçirdiği dönüşümleri kitabında anlatmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin hemen hemen her alanda modernleştiğini ve
devlet kurumlarından bürokratlara, eğitim camiasından askeri alana kadar büyük
bir dönüşüm yaşandığını belirtiyor.
Kitabın ikinci bölümünde: Türk kadınlarının ıslahat eğilimleri başlığıyla sunulmuştur. Türk kadınlarının 40 yıl içerisinde nasıl bir dönüşüm
geçirdiğini hayretler içerisinde izah etmektedir. Toplumsal alanda oldukça
kısıtlı bir hayat süren kadınların, tarihçi Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım,
Nigar Hanım gibi örnekleri de vererek bir anda gazete ve dergiler çıkarmaları,
cemiyet kurmaları, memleketin istikbali için fikirler öne sürmeleri ve Avrupa
kültürünü göz önünde bulundurmalarından bahsediyor.
Kitaptan bazı bölümler:
40 yıl öncesinde İstanbul’da yaşarken, bir Türk kadınıyla iki kelam
edemediğini ifade eden bir Avrupalı için oldukça şaşılacak bir durum olduğunu
belirtiyor. Yazar Türk kadın modernleşmesinin İslam diniyle hiçbir şekilde bağdaştırmıyor
ve bu konuyu din dışı değerlendirerek Acem kültürüyle bağlantısı üzerinde
duruyor.
2. Abdülhamid’e müşavirlik yapan yazar 2. Abdülhamid’in yabancı
devlet memurlarının devlet içinde görevlendirmesine ve çalışmasına yakın
baktığını, yeniliklere açık olduğunu ancak, otoritesine en ufak bir darbe
vurabilecek her türlü yenilikten kendisini koruduğunu, ıslahatlarla oluşacak
serbestiyetin; korkusu, kuşkuculuğu ve kararsızlığı yüzünden
olmadığını söylemiş yazar. Türk halkının ıslahatlara hazır olduğunu ve bunları
gerçekleştirmek için istek duyduğunu ancak yönetim şekli ve devleti temsil eden
idareciler yüzünden tam olarak gerçekleştiremediğini yazmış.
İlk geldiğinde dil bilmeyen çok kişinin olduğunu ancak 40 yıl sonra
yabancı dil öğrenimlerine başladıklarını belirtmiş örnek olarak da Dışişleri Bakanlığı'nın
başındaki Rıfat Paşa’nın elçilerle görüşmek için bir tercüman yardımına ihtiyaç
duyduğundan bahsediyor. Günümüzde de yurtdışına elçi olarak
görevlendirilenlerin dil bilmemesi durumu Osmanlı’nın o dönemki durumuyla
benzerlik oluşturuyor.
O dönemde eğitime verilen önemin arttığını, toplumun ve özellikle
gençliğin eğitilmesi, son 20 yılda daha önce tahmin edilemeyen bir ilerlemeyi
gerçeğe dönüştürdüğünü anlatmış. Bir zamanlar iletişim kurmanın çok zor olduğu
Türkçe, kayda değer bir biçimde basitleştirilmiş, Farslardan ve Araplardan
ödünç alınan ağdalı üslubun, süslü retoriğin ve çok anlamlı ifadelerin yerini,
yavaş yavaş arı ve anlaşılır bir Türk dili almıştır diyor.
O dönemde Türk kızları kadar eğitim bakımından ihmal edilmiş bir grup düşünülmediğini, çok az sayıda Türk kadınının mektup yazabiliyor olduğunu, ilmihal ezberlemiş ise dua okuyabiliyorsa eğitimli olarak kabul ediliyordu. Coğrafya, tarih ve fizik bilgileri yoktu hatta çok okumaları yazmaları ve çok fazla şeyin farkında olmaları bile yasaktı. Bilimle uğraşan genç kızlar cadı olarak görülme ve tanımlanma riskiyle karşı karşıyaydı demiş yazar.
Fatma Aliye hanım gazetede yazdığı bir makalede:” O
dönemlerde İranlı kadınlar cehaletin ve esaretin boyunduruğu altında inim inim
iniyorlardı. İranlıların edebiyatlarını ve şiirlerini sahiplenirken, aynı
zamanda kadınlarla ilgili görüşlerini de benimsedik. Kadınlarımızın eğitimde
geri kalmalarına sebebiyet veren ihmalin kaynağı budur.” demiştir.
Türkler, nazik tabiatları, sakin karakterleri, mutlak bağlılıkları
ve hükümdarlarına duydukları hürmetle sosyal ve siyasi görüşleriyle tamamen
çelişen bazı yenilikleri kabul ettikleri gibi en ciddi reformları da isteyerek
kabul edeceklerdir.
Kitabın yazarı:" Türk kadını bir gül erkeğine boyun eğmesini
in karşılığında hayatın tüm kaygılarından uzak durarak ve hiçbir şey yapmayıp
evde sakin bir hayat yaşayarak kendisini kârlı bir şekilde ödüllendirildiğini
düşünüyor.”
Türk kadınının; evlerde kapanıp kalmalarını bir esaret nazarıyla
bakmadıklarını, aksine dünyanın gam ve kederinden kurtulmak olarak, işsiz
güçsüz evlerinde rahat bir ömür geçirmeyi, erkeklerine karşı sürdürdükleri
eksiksiz itaatkârlıklarının mükafatı saydıklarını söylemiş. (Günümüzde de bu anlayışta
olan kadınların var olduğunu gördükçe; 100 yıl önceki anlayışta kaldığımızı görmek hoş değil.)
Yazar, ortalama bir medeniyeti ortaya çıkaran şey bedenin
niteliğinden ziyade toprak, iklim ve tarihi gelişim sürecidir diyor.
Yazar; tipik olarak devletin İngiltere güdümünde çalışmasının daha
uygun olabileceği anlayışı yani mandacı anlayışı övdüğü Hindistan’da toplumun İngiliz
mandasına yaşanmasından mutlu olduğu şeklinde örnekler vererek anlatıyor.
Burada yazarın gerçek niyeti bilinmeli ancak tespitlerine de değer verilmelidir.
O dönem yaşananlara bir başka bakış açısıyla bakması açısından önemlidir.